The Journal of Academic Social Science Studies International Journal of Social Science Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS7510 Number: 66 , p. 211-222, Spring II 2018 Araştırma Makalesi / Research Article Yayın Süreci / Publication Process Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date - Yayınlanma Tarihi / The Published Date 19.01.2018 15.04.2018 ŞİDDET VE SANATSAL YARATI VIOLENCE AND ARTISTIC CREATION Dr. Öğr. Üyesi Gökçen Şahmaran Can ORCID ID: https://orcid.org/0000-0001-9435-6697 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öz Şiddet kavramı sözlüklerde geçen anlamı ile; karşıt görüşte olanlara kaba kuv- vet kullanmak, sert davranmak, sertlik, "şiddet olayları" ise, insanları sindirmek, kor- kutmak için yaratılan olay ya da girişimler olarak tanımlanmaktadır. Şiddeti sanat bağlamında ele aldığımızda, çoğu sosyal hareketlerin ve psikolojik ifadelerin bir uzantısı olarak; baskı altında olanların yaşadıkları iktidarsızlık durumu toplumsal olaylarda patlak verdiği gibi sanatsal çalışmalarda da kendini göstermiştir. Bu çerçevede, bir ekonomik hakimiyet sistemi olarak kapitalizmin insanları tü- ketime zorladığı ve hiçe indirgediği böyle bir ortamdan doğal olarak sanatçılar da etki- lenmişler, modern dünyanın birey üzerinde kurduğu baskı ve şiddet gibi unsurlar sa- natçıların sanatsal ifade biçimlerine yansımıştır. Sanat anlayışının şiddet, yıkıcılık ve di- reniş içeren oluşumu, modern topluma karşı dayatılan estetik yasalara karşı oluşturul- muş özellikler barındırır. Bu bağlamda, estetik kaygılardan çok toplumsal kaygıları ve özellikle şiddeti ön plana alan "Happening", "Fluxus", "Body-art" gibi sanatsal hareketler ortaya çıkmıştır. Böylece sanatçılar, yaşamı tüm yönleriyle ele alarak, baskıya ve özellik- le şiddete karşı kültürel farklılıkların bilinciyle yaşamdaki tüm olumsuzlukları bedenle- rini kullanarak anlatma çabası içerisine girmişlerdir. Anahtar Kelimeler: Şiddet, Sanat, Happening, Fluxus, Gövde Sanatı Abstract Acts of violence are defined as acts or attempts that are created to intimidate and/or oppress people. The opinion that the feeling of being threatened and the reactive violence caused by this feeling are one of the most dangerous violence types is establis- hed in many theoretician’s statements. Another type of this feeling is mentioned as the destructiveness occurring as a result of frustration and tension which arises from opp- ression, that is it occurs in order to grab the power at the end of a period with a lack of a governing authority. Within the context of art when violence is discussed, the predicament in which https://orcid.org/0000-0001-9435-6697 212 Gökçen Şahmaran Can those living under oppression go through a lack of governing authority have appeared in artistic works as well as social events as an extension of many social movements and psychological expressions. In this framework naturally artists have also been affected by the environment in which capitalism, as an economic sovereignty system, forced people into consumption and degraded humanity; such factors as oppression and violence that the modern soci- ety employs on individuals have been reflected on their artistic expression. The sense of art which is shaped by violence, destructiveness and resistance features characteristics that are formed against aesthetical laws, and are imposed upon the modern society. In this context, such artistic movements as “Happening” and “Fluxus”, "Body-art" that con- centrates more on societal concerns and especially violence than the aesthetical focus ha- ve emerged. Thus, artists strive to tell every negativity in life with an awareness of cultu- ral diversity, in defiance of oppression, attacks against sexual orientations, and especi- ally violence by using their bodies. Keywords: Violence, Art, Happening, Fluxus, Body-Art Giriş Etimolojik olarak, dilimize Arapçadan giren "şiddet" sözcüğü, karşıt görüşte olanlara kaba kuvvet kullanmak, sert davranmak, sertlik, "şiddet olayları" ise, insanları sindir- mek, korkutmak için yaratılan olay ya da girişimler olarak tanımlanmaktadır (TDK). Bu genel tanımlamaların dışında şid- det, yalnızca başkalarının fiziksel bütünlüğü- ne saldırı ya da tehdit kavramıyla sınırlandırı- lamaz. Belli bir toplumsal düzene karşı baş- kaldırı ve saldırıyı da içerir. Başkalarına yöne- lik şiddet eylemlerinin dışında bir de intihar gibi, kişinin kendi kendine uyguladığı şiddet fiilleri bulunmaktadır. Baş aktörü kendi olan kişinin kendine yönelttiği özel şiddetin ya- nında, özellikle günümüz dünyasına damga- sını vuran kollektif şiddet de vardır. İç savaş- lar, terör eylemleri, soykırımlar, kanlı gösteri yürüyüşleri gibi. Verilen örneklerin bazıların- da şiddet, örgütlü ve düzenli bir biçimde ger- çekleşirken, önceden hazırlıksız başka bir deyişle "kendiliğinden" oluşan kollektif şiddet örnekleri de söz konusu olabilir. Örneğin, bir protesto eyleminin yakıp yıkma ve yağmaya dönüşmesi gibi (Ünsal, 2005: 29-32). Antropolojik yönlerinin dışında, sos- yolojik yönüyle de araştırılan "şiddet" kavra- mını, teorisyenler, iktidarı ele geçirmek veya onun kanuni olmayan amaçlara hizmet edil- mesi için kullanılması durumu olarak tanım- lamaktadırlar. Ayrıca, iktidar ve şiddeti ay- rılmaz bir bütün olarak görmektedirler. Bu düşünceye göre, sosyal düzenin devam etme- sini sağlayan şiddet ile tahripkar şiddet ara- sında yakın bir ilişki olduğu varsayılmakta- dır. Postmodernizm üzerine incelemeler yapmış olan "Frankfurt Toplumsal Araştırma- lar Enstitüsü" - Frankfurt Okulu - teorisyenle- rinin ve postmodernizmin önemli düşünürle- rinden biri olan Michel Faucoult'nun da araş- tırmaları içerisinde olan kavramlara şöyle açıklık getirilmiştir: Frankfurt Okulu moder- nist düşünürlerinden E. Fromm, Wilhelm Reich ve Adorno ile postmodern düşünürler- den M. Foucault'nun "disipline edici ve ha- pishaneye dönüşmüş modern toplum teorisi" (Keskin, 2005: 117-122) benzerlik taşımaktadır. Bu düşünürlere göre, tabiatın hüküm altına alınması ile baskı altında olan bireyin bir ikti- darsızlık durumu yaşaması yıkıcılığı kaçınıl- maz kılmıştır. Foucault, kişinin günlük yaşantısını planlamak ve sınırlandırmak için bir iktidar mekanizması geliştirmiştir. Amaç, otorite tarafından belirlenen kurallara, düzene uyan bir birey yaratmaktır. İktidarın daha etkili olması için planlanmış bir izlemdir bu. Bu izlemlerin varlık bulması için devletin yasala- rında geliştirilmiştir. Foucault'nun "Bio- İktidar" ismini verdiği bu güç mekanizması iki esas temelde gelişmiştir. Birinci biçimi, insan vücuduna bir makina olarak yaklaşır, buna disiplinci iktidar adı verilir. Gayesi vü- Şiddet ve Sanatsal Yaratı 213 cudu disipline etmek, geliştirmek, yararlı ve yumuşak başlı kılmak ve ekonomik denetim sistemleriyle bütünleştirmektir. İkincisi ise, insan vücuduna doğal bir tür olarak yaklaşır ve popülasyonu tanzim edici bir kontrol üze- rine yoğunlaşır. Kapitalizmin gelişmesinde bio-iktidar elzem bir unsurdur. Çünkü, kapi- talizm bireyin üretim sürecine denetimli bir şekilde girmesini sağlar. Onsekizinci yüzyıl- dan beri gelişen bu durum insan bedenine, aileye, okula, cinselliğe, yayılan iktidar ağları dizisi ortaya çıkarmıştır. İktidar, bu kurum- larda, kişileri kurallara uymaya zorlayarak, normalleştirmeye çalışarak üretim süreçlerine uygun hale getirmeyi amaçlar. Bu durum sonucunda iktidar, insanın baskı altına alın- ması durumunda doğan gerginliğiyle şiddeti karşısına almış olur. Bu baskı ve engellenme- ler sonucunda bir iktidarsızlık durumu yaşa- yan kişi ise iktidarı elde etmek için şiddete başvurur (Keskin, 2005: 117-122). 1. Bir Modern Çağ Pratiği Olarak Şiddet ve Sanat Şiddeti sanatsal anlamda ele aldığı- mızda, birçok sosyal hareketin ve psikolojik ifadenin uzantısı olarak "İktidar, Şiddet ve Yaratıcılık" kavramlarının ayrılmaz bir bütün olarak yol aldığını gözlemliyoruz. Bu kavram- ların sanatla olan bağlarına, Max Scheler, R. May, Otto Rank ve Nietzsche gibi önemli düşünürler şu şekilde açıklık getirmişlerdir: Martin Heidegger'ın felsefesine zemin hazırlayan Avrupa'nın en etkili düşünürle- rinden Max Scheler (1874-1928), şiddeti, "Res- sentiment" (Hınç, Kin) gibi bir Fransızca söz- cükle felsefenin gündemine sokmuştur. Res- sentiment kavramının özünde, kişinin düşün- celere, kurumlara, yapıtlara, genel olarak de- ğerlere ve değer yüklenmiş nesnelere karşı duyduğu haset, kızgınlık vb. gibi negatif duygular yatmaktadır. Ressentiment gibi negatif bir duygunun oluşması için bireyin bir iktidarsızlık durumu yaşaması gerekmekte- dir. Scheler, böyle bir durumun ancak maddi eşitsizliklerin veya siyasal güçsüzlüğün ya- şandığı ortamlarda gelişeceğinden söz eder. Yani, Ressentiment'dan söz edilebilmesi için bir değersizleşme dürtüsünün genelleşmesin- den bahseder. Kapitalizmin üretimdeki etki- sinin bu değersizleştirmedeki rolüne değinir. Ressentiment, kökeni nedeniyle, ağırlıklı ola- rak baskı altında olanları, otoritenin göstermiş olduğu eziyetlere karşı hınç duyanları kapsar (Scheler, 2004). Bu çerçevede, bir ekonomik hakimi- yet sistemi olarak kapitalizmin insanları tüke- time zorladığı ve hiçe indirgediği böyle bir ortamdan doğal olarak sanatçılar da etkilen- mişler, modern dünyanın birey üzerinde kur- duğu baskı ve şiddet gibi unsurlar sanatçıla- rın sanatsal ifade biçimlerinde varlık bulmuş- tur. Ressentiment'ın, şiddetin ve başkaldı- rının yaratıcılığa dönüşen şekline Otto Rank ve Rollo May gibi düşünürler şu şekilde açık- lık getirmişlerdir. Bu düşünürlere göre, çağı- mız modern insanı, gözünü açtığında yaban- cılaşmış bir dünyayla karşılaşıyor ve yabancı- laşmış bir şekilde yaşama uyum sağlama gay- retiyle içindeki boşluğu doldurmaya çalışıyor. Kendine yabancılaşmış modern insan, korku ve endişe içinde doyumsuz bir şekilde yaşı- yor. Yabancılaşma ise insanın insana uygula- dığı şiddet ile ortaya çıkıyor. Rank ve May'in inceledikleri bu şizoid yıkıcılığın toplumsal boyuttaki ifadesinin Nietzsche'de varlık bul- duğudur. Nietzsche'nin Hıristiyanlığı açıkla- mak için kullandığı Ressentiment olgusu, Rank'a göre, bütün inkılaplar için söz konu- sudur. Her inkılap farklılıktan duyulan acı sonucu gelişir, farklı ve güçlü olan bu olum- suzluklarla başetmeye çalışır. Mücadeleyi kazandığında, bu kez kendi farklılığını baskın göstermeye çalışır. Her türlü yaşanan toplum- sal olay sonucu ortaya çıkan akıldışılık, top- lumsal biçim almaya zorlanmıştır ve bu akıl- dışı olguların bireysel biçimlenişi ise sanatta ifadesini bulmuştur (May, 1994). Farklılığın altının çizilmesi, baskı altında olanların yaşa- dıkları iktidarsızlık durumu toplumsal olay- 214 Gökçen Şahmaran Can larda patlak verdiği gibi sanatsal çalışmalarda da kendini göstermiştir. 2. Şiddetin Sanata Yansımaları ve Öne Çıkan Yapıtlar Antik Yunan sanat özelliklerini içinde barındıran sanat anlayışının, şiddet ve direniş içeren oluşumu, modern topluma karşı daya- tılan estetik yasalara karşı oluşturulmuş özel- likler barındırmaktadır. Özellikle I. ve II. Dünya Savaşları'ndan sonra Kant, Lessing, Schiller ve benzerlerinin savunduğu estetik projenin, toplumsal olaylarda meydana gelen çözülmelerle birlikte sanatta da çözülmelere neden olduğuna, baskıcı estetik kuralların estetiği kırma yönünde kışkırttığına tanık oluyoruz. 2.1. Hans Holbein, "Mezarındaki İsa" Resim 1. Hans Holbein, Mezarındaki İsa, 1521 Hans Holbein'ın (1497-1543) "Meza- rındaki İsa" adlı eseri, ince uzun kompozisyo- nuyla oldukça sade ve etkili bir resimdir. Bu eserde, şiddete maruz kalmış bir insan bedeni resmedilmektedir. İnce, uzun ve dar bir mezar içerisinde boylu boyunca uzanmış, deri altın- dan iskeleti görülecek biçimde zayıf, yarı çıp- lak bir ceset betimlenmektedir. Cesedin yü- zündeki ifade ve bedeninde oluşmuş yaralar, öldürülmeden önce şiddetli bir işkenceye maruz kaldığını anlatıyor. Başı tuvali izleyen seyirciye doğru eğik, saçları çarşafın üzerinde dağınık bir biçimdedir. Vücudun, saçlarından ayak uçlarına kadar, sağ yanı olduğu gibi görülüyor. Sağ elinin üstündeki çivi yarasının grimsi tonundan cesedin çürümeye başladığı anlaşılıyor. Elindeki soğuk renk tonunun yü- zünde de tekrarlandığı seçilebiliyor. Göğüs kafesinin tam altında, bir mızrak tarafından açılmış yara izi var. Yarı açık gözlerindeki umutsuzlukla verilen betimleme insanları sarsmış, zihinlerde bir yarık açmıştır (Yılmaz, 2012: 259-260). Resim genel olarak ele alındığında Hans Holbein, insan bedeninin iskelete dö- nüşmesi üzerine yoğunlaşmış, bedenin çürü- mesini sanatsal bir dil ile ifade etmiştir. Bu doğrultuda ölüm, korkunç ve iğrenç bir olgu olarak ele alınmıştır. 2.2. Francisco de Goya, "3 Mayıs" İspanyol resminin ve Romantizm'in en önemli ressamlarından biri olan Francisco de Goya (1746-1828), Barok İspanyol resminin Altın Çağı'nı temsil etmektedir. Goya'nın parlak ve canlı renklerle dolu neşeli yaşam atmosferi içinde olan ilk resimleri yerini za- manla iç karartıcı koyu renklere bırakmıştır. Kompozisyonlarındaki hüzünlü ve romantik atmosfer, yaşadığı toplumsal olayların, hayat- taki zorlukların ve savaşların trajik ve korku dolu bir ifadesidir. Bu ifade zaman zaman hırs ve şiddet doludur. Goya'nın romantizmin doruğa çıktığı "3 Mayıs" adlı eserinde gerçek bir tarihi olay resmedilmiştir. Fransız işgaline karşı ayakla- nan bir grup İspanyol asinin gerçekleştirdiği kanlı eylemler ve bu eylemlerin bastırılmasını konu edinen eser tam bir trajedik ifade ile betimlenmiştir. Ressamın ele aldığı konu, tarihi konuları ele alma eğiliminde olan Ro- mantik anlayışa çok yakındır (Beksaç, 1994: 89-90). Şiddet ve Sanatsal Yaratı 215 Resim 2. Francisco de Goya, 3 Mayıs, 1808 Resmin merkezindeki beyaz gömlekli adam, çapraz ve öfkeli fırça darbeleriyle oluş- turulmuştur. Resim çok hızlı, şiddet içeren bir tarzla spontane gelişmiş gibi durmaktadır. Tuvali aydınlatan tek figür beyaz gömlekli adam ve onu vurmak üzere dizilmiş askerler- den oluşmuş ve gerilimli bir hava ifade edil- miştir. Resimde gerçek bir durumu anlatan birçok detay yer almaktadır. Örneğin, karan- lık ve puslu hava şartları altında bir rahip elleri kenetli, gözünü yere dikmiş ve esirler- den biri yumruğunu sıkmış ölümü beklemek- tedir. "3 Mayıs", o dönem yapılan tarihi resim- lerden oldukça farklıdır. Kompozisyonun büyük bir bölümü boşluktan ibarettir. Cansız, kasvetli, sıkıcı denilebilecek bir boşluk. Resme hareket katmak için sadece renkten faydala- nılmış. Hastalıklı bir dünyayı anlatan resim- lerden biri olarak dünya sanat tarihine geç- miştir. Goya'nın sanatını takip eden pek çık- madı denilebilir, çünkü onun kadar ileri giden olmadı ancak sonrasında birçok sanatçı, özel- likle Picasso Goya'dan etkilendiğini açıklamış- tır. 2.3. Pablo Picasso, "Guernica" Sanat tarihine şiddeti en iyi anlatan resim olarak geçen, İspanyol ressam Pablo Picasso'nun (1881-1973) kübik eseri, sanatçı tarafından 1937 yılında, 56 yaşındayken ya- pılmıştır. Resmin hikayesi şöyledir: İspanya 1936 yılında bir iç savaş yaşar. Milliyetçilerle Cumhuriyetçiler arasında çıkan bu iç savaşta halk kendi kendini yok eder. Biscay bölgesin- de bulunan Guernica kasabası bu savaşta en büyük yarayı alan yerleşim yerlerinden biri- dir. 1937 yılında Milliyetçi kesime dahil olan halk, daha güçlü olmak adına Nazi Almanya- sından ve İtalya'dan yardım alır. Nüfusu 5000'den fazla olan Guernica Kasabası'nda bombardıman sonucu çıkan yangınlarda 1600'den fazla kişi öldü. Bu vahşetin en acı yanı kasabanın erkeklerinin kasaba dışında olmalarından dolayı ölen 1600 kişinin ka- dınlar, yaşlılar ve çocuklar olmasıydı. Bu vahşetin yaşandığı sıralarda İspanyol hükü- meti 1937 yılında bir fuarda sergilenmek üze- re duvar resmi siparişi vermiş ve Guernica'da yaşanan hazin olayın etkisinde kalan sanatçı resmin konusu olarak onu seçmiş, duyguları- nı resme yansıtmıştır. Guernica olarak tanınan resim 3,5 x 7,8 metre ölçülerinde yapılmıştır. Siyah beyaz gazete fotoğraflarına benzer bir biçimde oluşturulan resimde iç savaşın neden olduğu ölü ve cansız hava yansıtılmaya çalı- şılmıştır. Savaşın insanlar üzerinde yarattığı korku ve üzüntüyü ifade eden Picasso, figür- leri bir odada çığlık atarken betimlemiştir. 216 Gökçen Şahmaran Can Resim 3. Pablo Picasso, Guernica, 1937 Tuvalin sol tarafında görülen kızgın boğa İspanya'nın gelenekselleşmiş kültürünü simgeleyerek, milliyetçilik kavramının altını çizmiştir. At figürü, insanın insana yaptığı zulme karşılık insanlığın bu durum karşısın- daki çaresizliğini simgelemiştir. Kafasını ka- pıdan içeri uzatan kadının elinde gaz lambası bulunmaktadır. Bu kadının özgürlük anıtını anımsattığı düşünülmektedir. Atın ağzındaki hançer, çığlıkla beraber yenilgiyi simgelemek- tedir. Resmin tepesinde yer alan lamba olay- ların çıplak gözle, açık ve net bir şekilde gö- rüldüğünü anlatmaktadır. Kompozisyondaki bölümlerin gazete parçaları gibi verilmesi ise Guernica'da yaşanan acının tüm dünyada duyulacağına ve insanların buna kayıtsız kalamayacağına dikkat çekmek içindir. 2.4. Anselm Kiefer, "Senin Altın Saç- ların Margarethe" Resim 4. Anselm Kiefer, Senin Altın Saçların Margarethe, 1981 1969 yılında kimliğine bir Alman ola- rak bakmaya başlayan Alman asıllı Anselm Kiefer, Almanya'da gerçekleşen yahudi soykı- rımını anlatan geçmişiyle ilgili resimler yap- maktadır. Alman Nazilerinin baskın olduğu dönemde yaşanan şiddet yüklü eylemleri simgesel malzemelerden oluşan nesnelerle anlatmaya çalışmıştır. İkinci Dünya Sava- şı'nda ırkçı Naziler tarafından yakılarak öl- dürülen yahudileri, yapıtlarında külrengi, Şiddet ve Sanatsal Yaratı 217 gri, ve kahverengi ile simgesel olarak ifade eder. Şiddeti, vahşeti, yanarak ölmeyi, çarpıcı bir şekilde ifade ederek düşünmeye sevkeder. Asemblajlarında teknik olarak kum, saman, hasır ve kurşun gibi malzemeler kullanır. Anselm Kiefer'in "Senin Altın Saçların Margarethe" adlı resim serisi, Nazi toplama kamplarından kurtulmuş fakat tüm ailesini kamplarda yitirmiş olan yahudi Şair Paul'un şiirlerinden esinlenerek oluşturulmuştur. Şairin şiirlerinde yer alan, işlediği her günaha rağmen tanrı tarafından bağışlanan kadın kahraman Margarete ve yahudi umudunun kadın sembolü Sulamith'i simgesel olarak kullanmıştır. Sanatçı, Celan'in şiirlerinden esinlendiği Margerethe ve Sulamit'i resimle- rinde Margerethe'in altın rengi saçlarını sa- manla, yahudi Sulamith'i kömürle simgele- miştir. Toplama kampı fırınlarında yakılan yahudilerin saçları kül olmuştur. Bunun kar- şısında ideal Alman kızının sarı saçları sa- mandandır. Bunun açıklaması samanın kolay- ca yanıp küle dönüşebilecek bir madde olma- sıdır. Kömür ise yansa bile daha kalıcıdır. Bu iki kadın, ayrı bedende bir kadının ikiye bö- lünmüş hali durumundadır. Saman zamanla yok olup gidecektir fakat kömür kalıcıdır. Kiefer, resmi bu şekilde ifade ederek, yahudi soykırımını tuval üzerinde tersine çevirmiştir. Güzel ve iyi gösterilmeye çalışılan tarihi, tüm gerçekliği ile gözler önüne sermiştir. 2.5. Joseph Beuys, "Ben Amerika'yı Seviyorum Amerika Beni" Şiddet eylemi, vahşetin ve şiddetin egemen olduğu ilk çağlardan bu yana sanat yapıtlarında önemli bir yer tutmaktadır. Geçmiş zamanlardan beri tiyatrolarda sergi- lenen şiddet kavramı bir özgürlük düşüncesi olarak ele alınmıştır. Şiddet ve vahşetle arınıl- dığı düşünülmüştür. Şiddetin, sanatçının doğal refleksi ile oluştuğu bir antitiyatro bi- çimi "Happening" ise, seyirciye sıradan bir bakış atarak bile karşı konulması güç bir sal- dırı isteği oluşturabilir. Happening; şiddeti pop müzik dehşe- tini kremalı pastalar ve işeme eylemi ile göste- rirken yalnızlığın ve iletişimsizliğin bireyi sürüklediği psikolojik şiddeti surata inen bir şamar, burunda duyulan bir çimdiklenme ile hissettirir. Acımasız bir gülüş, burnundan huniyle su içirme; politikayı kolaylıkla res- medebilir. Boyna ip dolama, ya da bir kukla oynatma, fiziksel şiddetin en tipik örneklerin- dendir. Happening, bugünkü anlayışıyla poptmodernizmin önemli bir sanatsal değeri olarak gösterilmektedir. 1960'lı yılların sonla- rına doğru yerini Body-art ve Performansa bırakmış, günümüzde güncelliğini hala ko- rumaktadır (Tönel, 2005: 364-365). Joseph Beuys (1921-1986), Happening sanatının önemli bir ismi olarak, Amerika ve Avrupa'daki hemen hemen bütün sanatçıları etkisi altına almış, Happening ve Fluxus gibi hareketlerin yaygınlaşmasına neden olmuş- tur. Joseph Beuys, 1972 yılında "Referan- dum Yoluyla Doğrudan Demokrasi" adlı per- formansında bir boks maçı düzenleyerek bu- nun tiyatrol bir gösteriye dönüşmesini sağla- mıştır. Amacı, seçimlerdeki yöntemlerin yeni baştan düzenlenmesi ve Dusseldorf Sanat Akademisi'nde gerçekleştirdiği heykel dersle- rinin parasız olmasıdır. Aynı zamanda ilgisi olan herkesin sınavsız sanat öğrencisi olması gerektiğini savunmasıdır. Dünyada yaşanan şiddet, zulüm, toplumsal baskılar gibi çağın gerçekleri Beuys'un performanslarında ifade edilir (Clark, 2004: 178). 218 Gökçen Şahmaran Can Resim 5. Joseph Beuys, Ben Amerika'yı Seviyorum Amerika Beni, 1974 1974 yılında gerçekleştirdiği "Ben Amerika'yı Seviyorum Amerika Beni" adlı performansında sanatçı, ormanda yakalanmış vahşi bir kurt ile tam beş gün aynı kafeste kalmıştır. Vahşi bir kurtla aynı ortamda kala- rak bunu sanatsal bir protestoya dönüştür- müştür. Tek şartı Amerika'ya geldiğinde Amerika'ya ayak basmayacak ve görmeyecek- ti. Bundan dolayı yüzü kapalı bir şekilde ke- çeye sarıldı. Keçeye sarılmış bir biçimde sed- yeye konularak sergi salonuna getirildi. Sergi salonunda büyük bir kafesin içinde vahşi bir kurtla vakit geçirecekti. Kafes içinde biraz saman, türbinlerin sesinin kaydedildiği bir cihaz ve Wall Street gazetesi vardı. Gazete Amerikan ekonomisinin acımasızlığının sim- gesiydi. Kurt ise Amerika'dan Orta Asya'ya gelen bir kurt cinsini temsil ediyordu. Tam ayağa kalkarken kurdun saldırması "Amerika sizin özgürlüğe geçmenize izin vermez" an- lamına geliyordu. Sanatçıya göre, kurt Ame- rika'dır ve her ne kadar saldırıya geçse de kurt kendisini sevmeye başlamıştır. Bu per- formansın her anı video ve fotoğraf makinesi ile kayıt altına alınmıştır. Performans bittikten sonra aynı şekilde geldiği gibi keçeyle Al- manya'ya dönmüştür. Bu sanatsal eylem ol- dukça ses getirmiş ve vahşi Amerikan emper- yalizmine görsel olarak taşlamalarda bulun- muştur. Sanatsal kaygılardan çok toplumsal kaygıları ve özellikle şiddeti öne çıkaran Fluxus ve Happening gibi hareketler sanatta sınır olmayacağının bir göstergesidir. Bu çer- çevede, sanatta sınırların yok sayılması dü- şüncesi ağır basmaktadır. 2.6. Gina Pane, "Duygusal Aksiyon" Resim 6. Gina Pane, Duygusal Aksiyon, 1973 Şiddet ve Sanatsal Yaratı 219 1970'lerin sonları ve 1980'lerin başla- rında seyirci karşısında kendini yaralayarak, bedenine acı çektirerek her türlü teşhirciliği sergileyen sadomazoşist hareketlerde beden siyasi bir areneya dönüştürülmüştür. Sapkın- lığa varan bu tür gösterilerdeki estetik çar- pıtmalar, genel kabul görmüş sanatsal ve top- lumsal kuralları hiçe saymak için gerçekleşti- rilir. Bu durumda beden, kavramsal bir objeye dönüştürülerek anlaşılmasını istedikleri mesa- jı nakleder. Bedenini sanatsal bir obje olarak kullanan bir başka sanatçı Gina Pane'dir. Fransız body-art sanatçısı Gina Pane (1939-1990), 1970'li yıllara kadar yapıtlarını doğadan esinlenerek oluşturmuştur. Yapıtla- rından birinde üzerinde metal çıkıntılar, çivi- ler olan bir merdivene çıplak ayakla, acısına katlanamayacağı eşiğe gelene kadar tırmanır. Bu yıllarda, sanatına seyirciyi de dahil eder. "Duygusal Aksiyon" (Sentimental Action) adını verdiği performansında, vücudunun belirli bölgelerini jiletle kestiği, gül dikeni batırdığı işlemleri Milano'daki bir galeride seyirci önünde yapar. Seyirciler genellikle kadın izleyicilerden seçilmiştir. Sergilemeyi üst üste iki kez tekrar eder. İlk eylemini elinde kırmızı güllerle, ikinci eylemini beyaz güllerle oluşturur. Gösteriye elinde beyaz güllerle ayakta başlar, kırmızı güllerle fetüs pozisyo- nunda bitirir. Elinde gül demetiyle öne arkaya sallanarak hareketler yapar, sonra gül diken- lerini sırasıyla koluna batırır ve en sonunda elini jiletle keserek performansını sonlandırır. Şiddet içeren bu çalışmasını anne-çocuk ilişki- sinin içsel bir yansıması olarak ifade eder. Bu tür gösterilerle, sanatsal sınırları aşmaya ve sorgulanmayanları sorgulamaya davet eder. 2.7. Marina Abramoviç, "Ritim 10" Yugoslav Marina Abramoviç (1946-), kendine acı çektirerek, kana bulayarak arın- maya (Katarsis) çalışan bir başka eylem sanat- çısıydı. Eylemlerinde, kendi kendini yaralaya- rak acıyı şahsen deneyimlemiştir. Ve bu şekil- de kendini ölüme çok yakın hissetmiştir. Öncesinde resim eğitimi alan Abramoviç, sonrasında gösteri sanatlarına yönelerek, in- sanın bedensel ve zihinsel sınırlarını dene- yimlemeye başlamıştır. Eylemlerini halkın önünde ve gözlerinin içine bakarak yapıyor- du. Batı dışında farklı kültürlerden deneyim- lediği, acı ve ölüm korkusunu yenebilmek adına ve bedenin kişiye yaşattığı sınırlandır- malardan kurtulabilmek adına bedenini fiziki zorlanmalara maruz bırakıyordu. Performans, sanatçı için bir başka boyuta geçme eylemiy- di. Kendi bedenini yeniden oluşturmaya ve sahiplenmeye çalışan Abramoviç'in ayin ha- vasında geçen gösterileri kişinin canını yakar özelliktedir. 220 Gökçen Şahmaran Can Resim 7. Marina Abramoviç, Ritim 10, 1973 Bu gösterilerden biri 1973 yılında ger- çekleştirdiği "Ritim 10" adlı çalışmasıydı. Bu çalışma tam bir saat sürmüştü. Abramoviç, ayinsel havası olan bir mekanda, yere beyaz bir kağıt sererek üzerine on farklı kesici alet yerleştirir. Salonda ses alma cihazları da bu- lunmaktadır. Gösteri başladığında, cihazın kayıt düğmesine basar, sol elinin tırnaklarını ojeyle boyar ve sonrasında parmaklarını ara- layarak beyaz kağıdın üzerine koyar. Bıçağın birini sağ eline alır ve yerdeki sol elinin par- makları arasına hızlı ve ritimli bir biçimde vurmaya başlar. Sırasıyla bütün bıçaklarla aynı işlemi gerçekleştirir. Bu işlemleri gerçek- leştirirken ses alma cihazı sesleri kaydetmek- tedir. İşlem sona erdikten sonra ses alma ciha- zını başa sarıp kaydedilen sesleri sessizce dinler. Dinledikten sonra gösteriyi bir kere daha tekrarlar. Gösteri tamamlandıktan sonra tekrar ses cihazını başa alır, sessizce dinler ve salondan ayrılır (Yılmaz, 2012: 270). 2.8. Chris Burden, "Mıhlanmış" Bir başka örnek, Amerikalı sanatçı Chris Burden'in (1946-2015) yaptığı perfor- manslar bedene acı verme, zarar verme çerçe- vesinde gelişmiştir. Burden, sanatı vasıtasıyla gerçeği sorgulamaktadır. Sapkınlığa varan gösterileriyle, daha yüksek bir gerçekliği olan, farklı boyutta sanat yapmaktadır. Amacı ihti- har etmek değildir. Toplum içinde, istediği her şeyi yapabileceği bir özgürlük alanı oluş- turmak için, sorular soruyor (Antmen, 2016: 234-235). En tanınmış çalışmaları 1971 yılında gerçekleştirdiği "Shoot" (Ateş etme), 1973 yılında gerçekleştirdiği "Trough the Night (Gece Boyunca) ve "Nailed" (Mıhlanmış) adlı performansıdır. Resim 8. Chris Burden, Mıhlanmış, 1974 Burden, 1974 yılında gerçekleştirdiği performansında, evinin garajındaki bir Volkswagen'in arkasına, İsa'nın çarmıha ge- rilme sahnesinde olduğu gibi, arkadaşları tarafından çivilenmiş ve bu şekilde dışarıda arabayla dolaştırılmıştır. İsa figürü insanları uyarmak adına işkenceye katlanan, bu gayede ölen biriydi. Fakat sanatçı ise, acıya katlana- cak kadar yaşadığı dünyaya bağlı biridir. Ellerine çakılan çivileri sonrasında kadifeyle kaplanmış bir taş üstüne yerleştirip New York sanat galerisine satmıştır. Sanatçı bu perfor- mansında "beden"e el koyan, "beden"i yön- lendiren iktidara karşı durmayı acı çekerek öğütlüyor. Söylem ve eylemlerin "beden" üze- rinde dönmesi, toplumda yaşanan bunalımla- rı, sorunları, gizli gerçekleri ortaya çıkarma çabasıyla oluşturuluyor. Şiddet ve Sanatsal Yaratı 221 2.9. Herman Nitsch, "80. Eylem" 1980'lere gelindiğinde 20. yüzyıl sanat oluşumlarının evrilmeye başlandığı dikkat çekmektedir. 1980'li yıllar, gerek toplumda gerek sanatta önemli farklılıkların belli düzey- lerde ön plana çıktığı bir dönem olmuştur. Dönemin, kimlik üzerinde yaşanan farklılıkla- rı su yüzüne çıkarması, sanatsal anlamda yeniliklerin oluşmasına sebep olmuştur. Kim- lik ve fark üzerine yoğunlaşan siyasi oluşum- lar "beden" politikalarıyla anılmaya başlanır. Çünkü, bedene dönük her türlü eylem, yaşa- nılan sistemi eleştirmeye yöneliktir. Bu çerçe- vede, sanatçılar kültürel farklılıkların bilinciy- le, baskı ve özellikle şiddete karşı, yaşamın tüm olumsuzluklarını bedenlerini kullanarak göstermeye çalışmışlardır (Kahraman, 2002: 196-212). Hermann Nitsch ve benzeri sanatçı- ların, kendilerine acı çektiren kanlı eylemleri ile dönüşüme uğrayan bedenleri söylemlerini iletmek için birer plastik nesneye dönüşür. Resim 9. Hermann Nitsch, 80. Eylem, 1984 Avusturalyalı sanatçı Hermann Nitsch bu amaçla bir seri kanlı eylem gerçek- leştirdi. Sanatçıya göre, bu kanlı eylem göste- rileri, mekanlarına sıkışmaya mahkum edilen modern insana bir tür arınma sağlamaktaydı. 1984 yılında düzenlediği "80. Eylem", tipik bir Hermann Nitsch klasiğiydi. Saflığın simgesi olan beyaz kıyafetler içerisindeki sanatçının gözleri yine beyaz bir örtüyle bağlandıktan sonra çarmıha gerilmişti. Asistanları, izleyen- lerin önünde bir danayı kesip iç organlarını çıkarmışlar, dananın kanını çarmıha gerilmiş olan sanatçının üzerine dökmüşlerdi. Bedene yapılan bu taciz uygulamaları üç gün sürerek, izleyicinin rahatsız olması sağlanmıştır. Bu eylemler insanlara yöneltilen bir aynadır (Yılmaz, 2012: 268). Stelarc, Stuart Brisley, J. Koons, Ro- bert Wilson, Oleg Kulig, Eva Hesse, Lynda Benglis, Louise Bourgiois, Yayoi Kusama be- denlerini sanat nesnesi olarak kullanan sanat- çılara örnek olarak verilebilir. SONUÇ Geç kapitalizmin yarattığı olumsuz toplumsal koşullar sonucu gerçekleşen eko- nomik bunalımlar, cinsel hastalıklar (AIDS), şiddet vb. sanatçıların benliğinde tedavisi mümkün olmayan yaralar açmıştır. Çağdaş, modern uygarlığın insanı değersiz birer me- taya dönüştürmesi ile kendine yabancılaşan sanatçı, yerleşmiş, kurumsallaşmış tüm otori- teye karşı tepki vermeye başlar. Bu durum, özellikle, estetik ifadelerde kendini gösterir. Baskı güçlerini temsil eden Klasik es- tetikte, sanatçıya dair izler görülmezdi. Klasik sanatçı, belirlenmiş kurallar çerçevesinde gerçeği yansıtmak için, doğal olanı vermeye çalışırken; kavrama dönük işler yaratmaya çalışan sanatçıda bu özellikler alabildiğine 222 Gökçen Şahmaran Can özgürdür. Bu özgürlük içerisinde, mitik, ta- rihsel, cinsel gerçekliği ve şiddeti, küçüm- senmeyecek bir anlam kaydırmasıyla görsel pratiklere dökerler. Klişeleşmiş değerlere karşı geliştirdikleri yıkıcı saldırganlık ve şid- det, biçimsel düzeydeki sanatsal ifadelerle ve "beden" üzerinde kendini gösterir. Bu çerçe- vede beden üzerinde kimlik, ayırımcılık, şid- det gibi kavramların sanatta ifade edilişi "Gövde Sanatı" ile varlık bulur. Böylelikle sanatçılar, en gösterilmeyeni göstererek, içsel- liklerini dışsallaştırarak, bütün sınırları aşarak gövde ve temsil ettiği her şeyi sorgularlar. KAYNAKÇA Antmen, A. (2016). 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, İstanbul: Sel Yayıncılık. Artun, Ü. (2005). Genişletilmiş Bir Şiddet Ti- polojisi, Cogito, Kış-Bahar, 5. Baskı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Beksaç, E. (1994). Avrupa Sanatı, İstanbul: Troya Yayıncılık. Clark, T. (2004). Sanat ve Propaganda, (Çeviren: Esin Hoşsucu), İstanbul: Ayrıntı Ya- yınları. Fromm, E. (1990). Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, (Çeviren: Yurdanur Salman/Nalan İç- ten), İstanbul: Payel Yayınları. Kahraman, H. B. (2002). Sanatsal Gerçeklikler, Olgular ve Öteleri, İstanbul: Everest Yayınları. Keskin, F. (2005). Foucault'da Şiddet ve İkti- dar, Cogito, Kış-Bahar, 5. Baskı, İstan- bul: Yapı Kredi Yayınları. Martin, J. (2001). Adorno. (Çeviren: Ünsal Oskay, İstanbul: Der Yayınları. May, R. (1994). Yaratma Cesareti (Çeviren: Alper Oysal), İstanbul: Metis Yayınla- rı. May, R. (1998). Kendini Arayan İnsan, (Çeviren: Ayşen Karpat), İstanbul: Kuraldışı Yay. Scheler, M. (2004). Hınç, (Çeviren: Abdullah Yılmaz), İstanbul: Kanat Kitabevi. Tönel, A. (2005). Sanatçı Refleksi "Happening ve Şiddet, Cogito, Sayı: 6-7, Kış-Bahar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Türk Dil Kurumu (2005). Türkçe Sözlük (ge- nişletilmiş baskı). Ankara: TDK Yılmaz, M. (2012). Tuvalden Sahneye Fırlayan Şiddet - Sanatın Günceli, Güncelin Sanatı, İstanbul: Ütopya Yayınları. Citation Information/Kaynakça Bilgisi Şahmaran Can, G. (2018). Şiddet ve Sanatsal Yaratı, Jass Studies-The Journal of Academic Social Science Studies, Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS7510, Number: 66 Spring II 2018, p. 211-222.